Never ending life story dedikleri benim icin de pek degismiyor. Turkiye topraklarina basmaya 1 hafta kala yorgunluktan olmus bir sekilde ise surunuyorum her sabah. Icim de disim gibi yorgun, kafam ise artik sunger kivamina mi geldi acep? Unutmaya basladim, pek hayra alamet degil.
Ipod sponsorlugundaki gunluk NJ -NY otobus yolculugumda gecen gun bir kadini girtlaklayasim geldi diger kader arkadaslarimdan da cesaret alarak. Elinde kocaman metal bir kasikla yogurt yutan alabildigine caralak sesli bu kadincagiz, kulaginda kocaman DJ'vari kulakliklariyla telefonda konusarak sabir sinirlarimi bir hayli zorladi. Kafayi taktim mi takiyorum, kulagim surekli kadinda bir Fransizca bir Ingilizce yarim saatlik yolcukta yedi bitirdi beni.
Benimse kafamda kayin ve maun anneme aldigim ancak alti UPS'ten cikmayinca geri gonderilmesi icab eden bu yilin en moda rengi oldugu iddia edilen narcicegi rengindeki tankiniden tut da, Mevlana'nin nefs ile ilgi sozlerine kadar genis bir yelpazede dans eden dusunceler var. Butun bu dusunceler etrafinda bir de uzerine dun aksam God grew tired of us isimli filmi seyrettikten sonra beynim iyice allak bullak oldu, ucsuz bucaksiz dusunceler silsilesiyle.
Lost Boys 1987 yilindan beri cesitli multeci kamplarinda yasayan Sudan'li cocuklara deniyor. Film kucucuk yaslarindan itibaren, ulkelerindeki ic savas ve Musluman olmayanlarin sistematik olarak katledilmesi korkusuyla topraklarindan cikip binlerce kilometre yayan, ac, susuz, camur yiyip, kendi idrarlarini icen Kenya, Etiyopya gibi ulkelere yuruyen erkek cocuklarin hikayesi.
Bu cocuklar ulkelerinden kopartilmislar. Ailelerinden haberleri yok, gelecekleri, ruyalari, asklari yok. Erkek erkege, toprak tabanli kucuk kamplarda kendi hayatlarini kurup bir umut bekleyen cocuklar. Yarina ne yiyecekleri belli degil. Birlesmis Milletler'in yardimi olsa da bu binlerce cocuk ac ve umutsuz.
Birkac tanesi Amerika'ya gitmeye hak kazaniyor. Umutlari, geride kalanlara yardim etmek. Fabrikalarda, McDonald'slarda, zengin restoranlarinda kazandiklari uc bes dolarla onlari da kurtarmak pesindeler. Allah'in onlardan biktigini dusunenler var aralarinda. Bir an icin bile umutlanmak isteyenler de. Bir gun diyorlar gececek bu savas, kadinlar tecavuzden, erkekler katledilmekten, evler yakilmaktan kurtulacak ve biz de topraklarimiza geri donecegiz. Cogu anasinin babasinin akibetinden habersiz.
Butun bunlari seyrederken kendimi dusundum. Yorgunlugumu, son gunlerdeki constant sikayetlerimi, bu ulkeden, insanlardan, kendimden bikkinligimi. Ve utandim. Hepimiz utanalim bir sureligine. Ne bekliyoruz bu hayattan, ne hayal ediyoruz, ne yasiyoruz? Peki ya hic hayal etmeyi bilmeyenler, edemeyenler, ettigi anda korkanlar, agzina edilmis bir cocukluk yasayan hatta hic cocuk olmadan buyuyenler. O kamptan bu kampa ciplak ayak bilinmeze yuruyen, yolda telef olanlar. Bunlari dusundum. Sonra da her daim marsik teni ve at gulusuyle magazin aleminin vazgecilmezi Cagla Sikel'e hamileligi yuzunden ask kumkumasi kocasinin getirdigi gunes yasagi haberi ile gunlerden beri mansetten dusmeyen Ayse Arman'in buyyyyuuuk bir cesaret ornegi gosterip asiri modern olan,cok cesur kocasinin da destegi ile cektirdigi seks degil ama seksi resimleri geldi aklima ve dedim ki kendi kendime; hay yikilasi, yok olasi, kor olasi dunya. Bu mudur yani?
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment