Tuesday, December 8, 2009

Dipsiz kuyuya girmemek umidiyle

Ulkemizin kaderi degisecek mi birgun diye bekleye bekleye, biz de 35 yasimiza geldik. Bu soruyu sesli olarak hic sormadim, yazili olarak hic yazmadim bu ilk. Ama bugun sordum bu ulkenin kaderi degisecek mi? Insanlar dini, dili, soyu, sopu yuzunden asagilanip, itilip kakilmadan, faili mechule kurban gitmeden, gozaltinda kaybolmadan, askerin komplosuna maruz kalmadan, acilimi destekleyenlere anasinin dutulmesi tehditleri savrulmadan yasanabilecek mi bu ulkede?

Adam gibi bir parti kurulup calisabilecek mi, insan haklarini destekleyen, fasist olmayan, herkesi kucaklayan, sadece beyazi, sunniyi ama kafasi acigi, Turkce konusani desteklemeyip, insani, vicdanliyi, halki kucaklayan, itip kakmayan, yola tas koymayan, zengini zengin etmeyen? Okuma hakkini isteyen herkese veren, ibadete saygi gosteren ama ateisti de esit sayan, tanka tufege degil, demokrasiye inanan, dusunceye kursun sikmayan, hapiste iskence etmeyen, Kurt'e, Alevi'ye,Ermeni'ye solcuya komplo kurmayan, turbanliyi okuldan atmayan, basina peruk takmaya zorlamayan, insani seven, koseyi donmekten cok, herkesi yuceltmek isteyen insanlarla yasamak istiyorum ben.

Korkuyorum cok biraz umitlendigim, mutlu insanlarin artacagina inandigim ulkemdeki provokasyonlari gordukce. Ya DTP kapatilirsa o zaman ne olur? Olacaklardan cok korkuyorum, bak demistik bunlarla acilim olmaz diyeceklerinden, acilima inananlarin yilmasindan, tukurdugunu yalattirdik mike mike demelerinden, ayyildizli facebook profillerinden, Turkiye Turklerindir'lerden, begenmeyen miktirsin gitsincilerden korkuyorum. Yilmaktan, yildirilmaktan, umitsizlige dusmekten, dipsiz bir kuyuya girmekten, kendini elit cogunluk sayan aslinda bir bok olmayip, hic birseyden haberi olmadan ahkam kesen geri zekalilarin etrafa yayilmasindan korkuyorum hatta midem bulaniyor.

Cumayi bekliyorum, korkuma yenilmeme umidiyle.

Friday, October 23, 2009

Thank God for small favors

"SIKILDIM SIKILDIM ucmak istiyorum, yalin ayak yere basmak istiyorum" diye bir sarkisi var Sezen Aksu'nun SEN (SHEN) SARKISINDA tam da kitabin ortasindan koyaraktan benden bahsediyor sankim. Arada hatirliyorum yillar sonra bazi sarkilari. Birkac bardak brandy yuvarladiktan sonra yalniz bir New Jersey gecesinde. "Bitmez dünyanin derdi ertele, Kurulmanin hiç bir faydasi yok, relax" diyor, ah ulan bir relax olabilsek zaten olay cozulecek bir de ben backspace'in yerini bulabilsem klaveyede bir shot'ta ne hos olur ama brandy pek hos etti beni ondan herhal zorlaniyorum bulmakta. Offf offf. "Askim herseyi yokusa sürme, Olursa olur olmazsa olmaz bu sans herkesin durdugu yer dünyanin merkezi, empati sempati yani tolerans" diyor buyuk insan Sezen.

Kendini tanimiyorsun bazen zaman gectikce, gecmisi hatirladikca, mesela ben Basak'la sarhos oldugumuz gunleri hatirladim. Basak'in Ziverbey agaclarini kusmak suretiyle gelistirdigi ve benim babam ve annemin durumu ogrenmek suretiyle kizma durumunu. "O'nu bosver bu bizim hayatimiz biraz merak etsinler" dedigi gunler ne kadar da cabuk gecti.Basak'in simdi bebegi var ve emziriyor ama icmek istedigini biliyorum hatta bir sigara tutturmek istedigini de. "Senin sigaraya meyilin var" dedigi gunler ne kadar da cabuk gecti 15 ve 45 vapurlarina yetismeye calistigimiz, benim Leman'li, Pazartesi dergili gunlerim. Kimbilirdi bugunlere gelecegimizi ve bu kadar ayri kalacagimizi. Basak'in Halkali coplugu diye adlandirdigi yesil asker cantasi gunleri ne kadar da yakin. Ya da Gitar, Kemanci gunleri. Kemanci hala var mi?

Simdi herkes Cihangir'de ve Asmali Mescit'te, babam goturmustu beni bir sefer Refik'in Yer'ine yillar once bir ogle tatilinde bilmem niye. Guzel gunlerdi ama cabuk gecti. Kaybolan Yillar'i oysa ki ben daha dun yatagin altinda ariyordum. Simdi benim kuzenim bebek olan, nerdeyse universitede, benim Mimar Sinan'da oldugum yillarda dogan, Duman seviyor, Mor Cati'ya odev yapmaya gidiyor. Akil alasi degil yani. Nasil gecti habersiz o guzelim yillar hesabiii. Gecti iste, geciyor deli gibi.

Midem kalkiyor 30lu yaslar bana yaramadi geriye sarabilir miyiz?

Tuesday, October 20, 2009

Bir garip yolcu hayat yolunda

Gunler gunleri kovalarken erken gelen sonbahar kis karisimi bir mevsimde, hayatta olanlar da birbiri ardina geliyor. Garip bir mevsim oldu sonbahar bu yil. Sicakken birden donmaya basladik ve gunluk haberler beynimde surekli dans ediyor, birini tam algilayip toparlayip, oturtmadan. Guzel seyler oluyor ama kanimca. Ulkemde bazi insanlar artik baris istiyor mesela, iliklerimize kadar islemis zemheri sogu misali, teror sorunu sonlanacak gibi gozukuyor. Dagdaki Kurt vatandaslar sinirdan girip, vatana ayak basiyor. Bugun bir annenin resmi icimi burktu 19 yil sonra kizina kavusmanin mutlulugunu yasiyormus. 19 yil ayri kalmak cocugundan, cocugu da anasindan dile kolay ama kalbe zor. Neydi bu ayriligin sebebi diye sordum kendime. Anlamsiz bir savas, savasi birbirini anlamayi, anlamaya calismayi tercih eden zihniyetler ordusudur, yuzlerce binlerce ayriligin sebebi. Tipki 80 sonrasinda vatandasliktan cikarilan dusunur, yazar, sanatcinin vatan hasretiyle yandiklari yillarda oldugu gibi. Sonra o zihniyetler mesela birden cark edip nasil oluyor o da tam anlamiyorum saltere mi basiliyor vicdanlarinda mesela zartt diye, mezar denilen bir kucak kemigi vatana getirme vaadiyle iadei itibar yapiyor, yillarca sevdiklerine hasret kalmis insanlara.

Ayriliklar cok zor, her ne sartta olursa olsun. Gonullu ayriligin zorlugunu, kalbimde biraktigi siziyi ben biliyorum ama gonulsuzunu ben bilmiyorum. O cok daha zordur etahmin ederim. Vatanindan, yerinden, yurdundan zorla koparilan insanlar, sevdiklerine, komsusuna hasret olmek cok zor olsa gerek. Kapanan sinir kapisi, orulen duvar bir sehrin ortasina, ya da kendi vataninda multeci kamplarinda yasamaya zorlanmak ne kadar zalimce. Anneannem diye bir kitap okudum gecen yil Fethiye Cetin yazmis, anneannesi 1915 tehciri sirasinda kurtulmus ve bir asker tarafindan evlat edinilip Turk cocugu olarak buyutulmus, evlendirilmis. Onlarca yil sonra, anneanne torunun torununu gordugu yasta gecmisini, gercegini torunu Fethiye Cetin'e anlatiyor. Fethiye Cetin sok yasiyor ve anneannesinin akrabalarini Amerika'da buluyor ve kavusuyorlar. Anneanne Ermeni geleneklerine gore dogdugu adiyla gomuluyor. Beni cok etkilemisti bu kitap. Annemin yolladigi kitapta icinde annemin, "Ipek ben okudum, ne hayatlar varmis." dedigi kitabi 1 gunde bitirip uzerine cok dusundum. Insanlarin ne kadar zalim oldugunu, her cocugun bir anadan masum dogdugu ama sonra canavarlasip, manyakca seyler yapabilecegine her gun defalarca sahit oluyoruz. Canli canli bir baskasini yakabiliyor mesela insanlar sirf kendi gibi dusunmedigi, onun dilinde konusmadigi, konusamadigi ya da onun Allah'ina inanmadigi icin.

Hayatta guzel seyler de olabiliyor, kucuk ama guzel seyler. Gecen gun HBO'da bir belgeselde hayatin butun boktanligina ragmen, umudun aradan, kiyidin her seferinde yeserebildigine tanik olmak guzeldi. Locks of Love diye bir kurulus var. Cocugu kanser olmus bir annenin kurdugu bu kurulus, cogu kanser hastasi olan 18 yas alti, saci tedaviden dokulen cocuklara gercek sactan peruk yapmak amacli, cocuklarin ve buyuklerin birbirine posta yolu ile yolladigi saclari topluyor. Posta idaresi ulkenin her bir yanindan posta ile yollanan tonlarca saci tasimakta gucluk cekiyor. Yillarca sacini kesmemis cocuklar, hapisanedeki kadinlar, erkekler, kizlar, Harley'ciler bu amac ugruna zevkle uzun saclarini kestirip Locks of Love'a yolluyor, oradaki gonulluler de bunlari, tariyor, ayiriyor, cocuklarin posta yollu ile alcidan yolladigi kafa olcumlerine ve sac rengi secimlerine gore, peruklar hazirlanip sacsiz cocuklar mutlu ediliyor.

Ermenistan sinirimiz acildi,insanlar en azindan konusabilmeye basladi, Demokratik Acilim sureci basladi dagdakiler ulkeye geri donuyor, savasin rap rap sesleri susacak yavas yavas. Altin Portakal'i Kurtce bilmeyen Turk ogretmenin Kurt cocuklarina ders anlattigi bir film kazandi ve yonetmen Kurtce tesekkur etti, ulke bolunmedi kimse catal bicak firlatmadi. Sessiz sakin devam etti cok acayip odul toreni, buyuk demokrat Baykal amcama ragmen. Demek birseyler degisebiliyor, degisim kacinilmaz, insanlar dusununce bulabiliyorlar galiba bazi seyleri.

"Senin dogruya olan tutkunda cilginliktan baska birsey gormeyebilirler" demis yonetmen Robert Besson, Mehmet Gureli'nin Taraf'in Pazar dergisindeki yazisinda okudum. "Duzenlenirken olaylar, duvarlarin arkasindan ulasan sesler dengeyi bozar ama obur yana gecmek icin yikmaya gerek yoktur hicbir yeri" diyor yazida. "Birer nota gibidir tuglalar, birseyler ogrenmeye baslamissinizdir artik. Simdi bir enstrumana ihtiyaciniz vardir o da o odadadir."

Yikmadan dinlemeyi, dinlemek icin aramayi bilenlerin ulkesinde, cilginliktan baska gorunmeyen dusuncelerin aslinda en guzel dusunceler olma olasiligina inanilabilecek bir dunyada yasamak en buyuk dilegim, gelecege dair.

Friday, September 18, 2009

Sweet times or hem kel hem fodul

Insanlar bu modernlesen dunyada, kamerali, internetli zartlu zurtlu telefonlu, 4 cekerli 14 cekerli dev arabali, 12 pixelli kamerali hayatlarinda gunden gune manyaklasmaya, ruhsuzlasip canavarlasmaya, vicdansizlasmaya devam ediyorlar. Hayatlarimiz bu ucubik aletlerle kolaylasmaya hatta gorgusuzleserek kolaylasmaya devam ederken bizler tatminsiz hayatlarimizi neyle dolduracagimizi bilemez hale geliyoruz.

Kamerasini bir uste pixelleyip, Blackberry'sinin yumuk eline daha iyi oturanini bulabilmek icin kafayi yoran genc arkadasimiz ne okula giremeyen turbanli kizi, ne daglarda olen oglu icin aglayan Kurt ve de Turk anasini ne de acilimi anlayabilecek ilgiye, az da olsa bilgiye sahip benim ulkemde. Tek derdi sacilim, elimdeki uc kurusu da nasil gereksiz sacarim ki etrafimdaki benim gibi gerizekalilara kendimi ancak ve de ancak boyle ispat ederim cunku konusacak iki kelimem, anlatacak hikayem, yaratacak bir isigim, dinleyecek sabrim yok diyen Turk genci istemeye gelince aslan kesilebiliyor aninda. En buyuk payi, en iyi isi kendine istiyor cunku o en bilgilisi, en iyi okulda okudu babasinin parasiyla, en iyi araba onda, en iyi ayakkabi, pantolon, gomlek onda outletlerden alinmis, ulkede en iyi yasamak da onun hakki.
Geride kalan gencleri ittiret. Askerligi de torpille yapmis zati amcasinin bacanaginin albay arkadasinin ayarladigi arka kapi metotlariyla. Dagda olen Kurt cocugu insan miymis, neden savasiyormus kime ne. Yeter ki onlar sehre inmesin, inse bile O'nun kicini rahatca yayabilecegi cakilli cukurlu, yikik tretuvarli ama milyon dolarlara dikilen apartman olacak insaatlarda calissin orada yatsin kalksin, kayitsiz el altindan para alsin hakkinin cok altinda ama O'na kinlenmesin ehh is verdi ya O'na yetsin. Yeter ki O'nun territory'sine girmesin gozune gozukmesin, O'nun yeni gadgetlar almasini saglayacak paraciklarini kazanmasi icin uc kurusa calissin da O'na yetsin. Sonra yok saysin, insan degil O'na gore O digeri cunku.

Iste boyle bir dunyada yasiyoruz. Ucurumlari artan bir dunyada, megapixeller, 3G'ler, 4G'lerle ulasilmazi aninda ulasilir kilarken aslinda hepimiz ucurumlari cogaltarak buyuyoruz, yaslaniyoruz. Birbirimizi begenmiyor, kucumsuyor, kucultuyoruz. Iki gotu boklu alet ile kendimizi satisa cikariyor hic utanmiyoruz. Hicbir konuda fikrimiz yok, olsun da istemiyoruz zaten, ayrimcilik, kibirlilik, burundan kil aldirmama luksumuz nereden geliyor, kendimizi ne saniyoruz? Neden hep istiyoruz ama hic vermiyoruz? En buyuk payi kendimize almayi istemek, istemeye curet etme hakkina nasil sahip olabiliyoruz, kim veriyor bunu bize? Bu cahil cuheda, fikirsiz, yolucu takimini da yine boyle ana babalar mi yetistiriyor? Cocuklarindan tek bekledikleri bir an once koseyi donup, altlarini cip cekmeleri, zengin koca bulup, bir sirkete yonetici olmalari mi?

Havuzlu sitede oturmaktan, 15 yildizli tatilkoyunde yazlari tatil yapmaktan, illahi de dev ekrani duvarina cakmaktan, ki duvarda olmazsa dev ekran o boktan dizilerini seyredemiyor Turk halki,telefon modeli degistirmektan baska gelecege ait hayali olmayan orta ve ortadan uste cikmaya calisan cabalayan, gozlukleyen, cantalayan, arabalayan insan uc maymunu oynayarak ignorance'in serin sularinda omrunu boyle boyle gecirecek iste ulkemde. Tebrikler orta sinif Turk ana-babasi kendinle gurur duymaya devam et, mutsuz olup mutsuz eden, yonetici basamaklarini hizli adimlarla cikarken vicdanini ezip gecen cocuklar yetistirebildigin icin.

Thursday, September 3, 2009

Forgive but never forget ya da Unutmamali

Bugun kimbilir kac bin kere icinden gecip otobuse bindigim New York Port Authority terminali icindeki Strawberry magazasina girdim, ivir kivirlara bakmak icin. Magazanin ortasinda polis, boynundaki karttan anlasildigi uzere magaza calisani cikolata renkli cocuk ile Ispanyol aksanli teyze atesli bir konusmaya dalmisti. Polis cocuga kadindan ozur dilemesini soyluyor, cocuk sessiz sessiz, yarim agiz "Sorry' diyordu. Polis "Yaptiginin yanlis oldugunu biliyorsun senin olmayan bir telefonu aldin, uzgun musun?" diye israrla cocuga soruyordu. Kadin sikayette bulunmak istemedigini sadece cocugun yaptiginin yanlis oldugunu bilmesini istedigini soyluyordu. "Bir sansi daha olsun" dedi, "Hakkinda sikayette bulunmayacagim, eger bulunursam bir daha is bulamaz". Cocuk da yere egmis gozlerini oyle bakiyordu ben magazadan gozlerim dolmus bir sekilde hizla ciktigimda.

Cok uzgun birkac dakika gecirdim. "Bir sansi daha olsun" lafi bana cok koydu. Boktan bir cep telefonu calmis cocuk, magazaya gelen musterisine ait olan. Telefonun nasil birsey oldugunu gormedim ama bu ulkede telefonlar bedava veriliyor ya da cok cuzi miktarlarda aliyorsun telefon sirketlerinden hat actirinca yani caldigi cok da menem birsey olamaz. Turkiye'de bin Lira'ya satilan asrin mucizesi, 8'inci harika olan ama benim alip da bir turlu kurup actiramadigim sonrasinda uretim hatali oldugu anlasilip geri gonderilmek icin kutu bekledigim Iphone bile 49 dolara satiliyor yani oradan paha bicelim. Neden calmis, nasil becermis bilemiyorum hem orada calisip hem de musterinin telefonunu kasla goz arasinda yurutmus. Taktikleri vardir ama o kismi beni ilgilendirmiyor. Beni yaralayan sey, olayin oznesinin oncelikle siyah genc bir vatandas olmasi. Zaten bastan kaybediyor, ayrimciligin olmadigi iddia edilen ama aslinda ayrimci ve irkciligin agababasi olan bu ulkede zenciler potansiyel suclu. Bir de cocuk magaza calisani iken bunu yapiyorsa artik bilemiyorum nasil iflah olacak bu olaydan sonra. Sanirim isten cikartirlar. Ama kadinin bir sans daha vermek icin, orada bir dolu seyler anlatmasi ve cocugun da basini one egip musterilerin ve yarma polisin onunde oyle durmasi cok acitti icimi. Aslan teyzem dedim senin gibiler lazim bu dunyaya, bu memlekete ve de ozellikle benim memleketime.

Herkesin bir sansi daha hakettigini dusunen, dusundugu icin de bu sansi ozellikle de outcast denilen Turkcesi ne oluyordu, toplumda reddedilen yani adam yerine konulmayan benim anladigim manasiyla, insanlara veren, vermeyi goze alan, oc almak istemeyen insanogullarina coook ihtyacimiz var. Hakkari'de polise tas atan ve 16-25 yil ceza alan, agir ceza mahkemelerinde yargilanan cocuklara sansi kim verecek diye bekleyip duruyoruz. "Bu konuda cocuklar kavganin tarafi olmayacak kadar kutsal" deyip bu cocuklar icin toplu affi oneren AK Parti Diyarbakır Milletvekili ve Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Sözcüsü Abdurrahman Kurt'u da firsatim olsaydi alnindan opmek suretiyle kutlardim. Bir tane daha sansi asil o cocuklar hakediyor diyen insanlarin hepsi de benim icin kutsaldir.

Sonra butun bu dusuncelerin ardindan televizyonda Rick Steves'in programinda Paris'i gordum. Rick Steves Paris'te sabaha kiliseleri gezerek baslamaktan hoslaniyormus ama en cok sevdigi bir tane daha yer varmis. Paris Deportation Memorial. Ikinci Dunya Savasi sirasinda kamplarda Naziler tarafindan oldurulen 200 bin Fransiz insanina ithaf edilmis burasi. 200 bin tane isikli kristal camlar yerlestirilmis duvarlara oldurulenleri temsilen ve kisaca gordugum kadariyla metal direklerden uclari sivri plakalar cikiyordu bir duvar dibinden altinda da kafesli pencere, Seine nehrine bakan bu yerin altina yapilan hapishane gorunumlu muzede.

"Forgive but never forget" sozuyle bitti muze tanitimi, hic unutmamak hep affedebilmek, affedebilmeyi ogrenmek, bir erdem oldugu icin degil, nefreti bosluga birakabilmek, kurtulmak, hafiflemek icin. Karsindakine bir sans daha verebilmek, daha guclu olabilmek, karsindakini guclu kilabilmek icin.

Sunday, August 16, 2009

Harmandali

Sonunda Can Dundar'in Mustafa filmini asiri alert bir sekilde izledim, satir satir dinlemeye calisarak 100 Fahrenheitlik bir Agustos ogleninde. Bir dolu damarlarinda asil kan akan assiirrri vatansever, Ataturkcu sahislardan cok cesitli elestirileri duymustum gectigimiz aylar boyunca. Bu ne kisisel bir filmdi, kari, kiz meraklisi, sigara, alkol muptelasi, yalnizliga itilmis, dostlari tarafindan suikast girisiminde bile bulunulmus yuce onder, din hocasindan yedigi tokat yuzunden intikam atesiyle yanip tutusmus, bu yuzden din devlet islerini birbirinden ayirmis ve intikamini almisti hocaefendisinden.

Boyle boyle sacmaliklarla yogrulmus bir dolu elestiri icinde seyretmeye korktum, bile bile geciktirdim filmi seyretmeyi. Korktugumun basina gelecegini bilerekten bilerekten. Korkunun ecele faydasi olmadigi gibi, muhalafet etmek icin eden, kraldan cok kralci kesilen, super at gozluklu hatta obsessive topluluklarin da gozlerindeki perdeyi, kulaklarindaki pasi, kafalarindaki pasli civileri kaldirmaya, silmeye, cikarmaya da faydasi olmadigini, olamadigini anlamaya anlatmaya gerek yok. Filmi seyretmeye tenezzul dahi etmeyen, etse de anlayabilecek IQ, bilgi,kultur vb. gibi donanimlari olmayan ama sagdan soldan asssirrrii vatansever, manyak Ataturkcu filmseverlerin yaklasik 2 saatlik filmden aldiklari raki, roka, balik kivamindaki birkac kelimeden yola cikarak olumsuz elestiri bombardimanlari ile kulaklarini dolduran hiyaragalari sayesinde ben de salak salak seyler dusundum.

Can Dundar ki bircogundan daha cok Ataturkcu, o tam olarak nasil oluyor (az Ataturkculer, orta ve cok olarak kahve kivaminda degisiyor son yillarda mesela. Turbani universiteye sokmak istiyorsan az Ataturkcusun hatta belki hic degilsin, Turgut Ozakman'i seviyorsan cok Ataturkcusun hele CHP'ye oy veriyorsan en cok Ataturkcu sensin) ben de bilemiyorum ama en azindan Ataturk'u benden ve benim gibilerden daha cok incelemis, okumus, arastirmis (isi geregi olmak zorunda en azindan) biri olarak benim de cok sevdigim muhtesem belgeseller yapmis bir insan olarak bu kadar tiriskadan, kisisel goruslu, az arastirilmis, sallapti bir film yapamazdi. Aldik seyrettik kaliteli kaliteli. Bekledik ki, nerede hakaret var, nerede yalan dolan, kucuk dusurme var. Ben mi diyorum biraz sicaktan sunger kivamina gelmis beynim yuzunden anlayamiyorum yoksa az vatansever, az Ataturkcu muyum ne de olsa Amerika'da yasiyor anlayamiyoruz uzaktan bazi seyleri, oyle ulke filan de elden gidiyor, seriat geliyor ya ama biz goremiyoruz ya hani Soho'larda felan fink atarken neyse, bekle bekle gelmedi Can Dundar'dan nefret etmem gereken, O'nu reddi gazeteci, belgeselci, koseci yapacagimiz sahne, cumle, kelime, ima.

Kendimden az bir sure de olsa supheye dustugum filmi ben gozlerimden ince ince akan yaslarla izledim bastan sonra hayranlikla, yurek carpintisi, kabartisiyla. Insana dair her film beni boyle yapar. Rumeli'ye olan ozlemi, oralara gidip kucuk bir kulubede yasama istegi hepimizin dogdumuz topraklara donup basit yasama ozlemi degil mi? Anasina olan ozlemi, O'nu kaybettiginde vatanina akittigi daha da yogun baglilik, hizmet aski hepimizin sevdigimizi kaybettiginde unutmadan ama kalbimize gomerek yasayan sevdiklerimize daha da cok baglanmamiz gibi bir sevgi, baglilik degil mi? Icip unutmaya calismak, fakir halki, kurak topragi, yillarca yakilmis yikilmis bir memleketi "nasil adam edebilirim?"i dusunmekten uykusuz geceleri rahatlatmak "her gece bir buyuk deviriyordu"yu mu anlamaktir? Etrafindaki sesleri susturmustu, muhalifleri sindirmisti, tek adamdi demek O'nu daha az zeki, ongoruslu, onder, lider ve az insan mi yapar? O donemde 5 yil gibi kisa bir surede bunca devrimin yapilmasi icin onu gerekli gormusse onun icin de muhalifleri susturmussa bunu da tarih yazmis, Can Dundar da film yapmissa benim anlamadigim Can Dundar'in sucu nedir? Milletin gormek istediklerini gostermenin yani sira istemediklerini de mi gostermek?

Bu kadar mi objektif olamayan bir milletiz hatta illetiz? Evet oyleyiz, sormasi bile abes. Osuruktan nem kapan, bugun yagmur yagacak vay bana ordek dedin diye kusen, kizan bir milletin insanlariyiz. Gormek istedigimizi gorup, fantastik bir dunyada yasamak istiyoruz. Kendimizce cizdigimiz karakterlere anlamlar yukleyip inanmka, gormek ve bilmek istediklerimizden baska gercekler bize gosterildiginde kopurup, ona buna bok atiyoruz. Bu, bundan baska birsey degildir bana kalirsa. Yanilmamistim filmi seyretmeden once simdi de aslanlar gibi kendimi tebrik ediyorum yanilmadigim icin. Aferin bana, yine kendimi yaniltmadim.

Mustafa Kemal zeki, vatansever, ileri goruslu, super bir adamdi. Burada bu satirlari yaziyorsak O'nun sayesindedir. Bunda kimsenin zaten mutabakat sorunu oldugunu sanmiyorum ama Mustafa Kemal de hepimiz gibi bir anadan dogmus bir insandi. Kisisel zevkleri, zaaflari, inatlari, korkulari, guclu bir egosu vardi. Super bir cizgi kahramani degildi her zaman dogrulari yapan her yerde hakli, dogru, ultra fiziksel guclere sahip olan. Aglamayi bilen, sarayda bile otursa dogdugu topraklari ozleyen, icki ile dertlerini unutmaya calisan, yalnizliktan yakinan ve hatta cok korkan, Harmandali oynayan, salincakta cocuklar gibi sen olmayi bilen kanli canli bir insan. Yazik ediyoruz sacma bagnazliklarla bu insani insan olmaktan cikararak.

Thursday, August 6, 2009

Wrong

Dave Gahan'in sagligina duaci oldugumuz sicak bir sali aksami Depeche Mode yine cikti Madison Square'e. Sagolsun konserden once gittigimiz diner'da onlarca Depeche Mode sarkisi dinledik hazirlik babinda herhalde bombardman yapti bartenderlar ya da Depeche Mode'un ozel istedigiydi seyircileri gaza getirin mahalle cevresinde konser oncesi diyerekten bilemiyorum artigina.

Konserlerde seyirciler icinde yakindan takip ettigim bir iki kisi mutlaka oluyor hatta beni en az sahnedekiler kadar eglendiriyorlar diyebilirim. O aksam da ilgimi ceken iki tipleme vardi. Birincisi her tarafi peace isaretli eldiven elbisesiyle sarkinin ritmi ne olursa olsun, manyak gibi dans eden tabii ki sari sacli Depeche Mode'u o gun duymus hatta hangi konserde oldugunu bile bilmediginden emin oldugum bir kizcagizdi. Yanindaki super iri, erkek arkadasi oldugunu tahmin ettigim garip bir tiple dans ediyorlardi. Dugun, dernek, disco, club, sokak, araba hep ayni figurlerle dans edenler vardir, saclarini saga sola atip ellerini yana acaraktan, iste bu kizcagizimiz onlardandi. Erkek arkadasi konser ortasina dogru o huge vucutla haliyle yorulup oturunca, kizimiz yanindaki kucumen Cinli'lerle yandan yandan attirdi. Ben baya koptum onlari seyrederken. Bir de onumde, icinden cok eglendigini tahmin ve umit ettigim ama yasama dair bile cok az belirti gosteren bir kiz vardi. O da kocasi ya da sevgilisi hafif kalca hareketleriyle eglenmeye calisirken 2 saatin tumunde suratsiz, hareketsiz yerinde oylece oturdu. Aklima Basak'la Gitar'a gittigimiz bir gece geldi. Gumbur gumbur muzikli, bol sigara alti olan bir gecede bir cift kosede elele oturmus uyuyorlardi. Butun gece Basak'la onlara bakip gulmustuk, nasil olabilir bu kadar sonsuz huzur diyerekten.

Dave Gahan tabii ki de muthisti, Istanbul'lulara yaptigi yamuktan sonra baya iyi gozukuyordu, saglik sorunlarini cozmus, bizlere tam performans Oh Yeah ve That's Right'lariyla geri donmustu. Kalcalarini saglam kivirtiyor, ellerini guzel cirpiyordu. Ama ben Martin L. Gore'a asigim galiba ya da I have a crush on him. Simdi Depeche Mode hayranlari bilirler, ozellikle ben burada bir hayrana atifta bulunuyorum ben cok bilmem tabii, asil hayranlarin bildigi benim cok bilmedigim sey su k; Dave Gahan bir Chris Martin olsun, bir Eddie Vedder, bir John Lennon olsun hatta bir daha da ileri gidersek Mazhar Alanson gibi grubun on planda, en son sahneye cikan, en cok alkis alan elemani olsa da Martin L Gore da en az onun kadar star bence. Bence degildir bu one surme aslinda mutlaka, gercek hayran arkadaslarim ve burada ozellikle bahsettigim kisi de bana katilacaktir ama ben nacizane kendi crush'imdan yola cikarak bunu one surmek istedim. Oyle bir ses tonu, fragile bakislar, sari lepiska saclar, artik yas almasi nedeniyle hafif buyumus bir gobek, boynundaki gitar ve It's a question of lust and trust ya da Never turn your back on mother earth olayi beni yiyor bitiriyor canim Depeche Mode ve Martin L. Gore fanlarim. Boyle bir yazma yetenegi, manyak bir ses ah ulan! Kadife sesli yakistirmasi kart playboy, super bronz Julio Iglesias'a degil Martin'e verilmeli bence, ama yine de kirik kalpli kendisi, Julio gibi yatlarda on kusur kadinla fink atip kalca masaji yaptirmiyor. Martin gecen yillarda karisindan ayrilmis. O zaman buraya tur icin geldiklerinde TV'de bahsediyorlardi, kalbi yarali, kolu kanadi kirik imis. Precious sarkisini da(Things get damaged, things get broken)o zaman yazmismis. Allahim nasil olabilir boyle okuzluk (karisindan bahsediyorum), bu adam ne yapti ki bu kadina, kadin bunu birakti? Adam perperisan konusamiyordu TV'de vallahi o donem. Simdi ehhh daha iyiydi tabii. Uzerinden zaman gecti haliyle. Jezebel isimli yeni sarkisini da soyledi, manyak kirilgan sesiyle.

Boyle boyle gecti iki saat, kivirta, soyleye, ice, el cirpa. Iki hafta once de baska konserdeydik o da bitmez gelmisti ama bitti, her guzel seyin bittigi gibi. Simdi Veronica Decides to Die isimli intihar girisiminde bulunup timarhaneye kapatilmis genc bir kadinin hikayesini okuyarak ve Melekler Korusun isimli cok begendigim Turkish diziyi seyrederek aklimizi korumaya calisiyoruz ne kadar oluyorsa bilemiyorum artik. Guzel korumalar dileyerek Melekler'in korumasina geri donuyorum Ipek'in Istanbul ve kalp kirikliklari ile mucadelesini seyretmek icin.

Sunday, August 2, 2009

Kazanmali, kaybetmeliyim

"Kurkcu dukkanina yeniden donduk" diye yazmis bir arkadasim Facebook'taki statusune biri de "Back @ Kurkcu dukkani" diye attirmis durumunu tatil donusu. Ben de ayni sekilde kurkcu dukkanina sayisini artik hatirlamayacagim kez geri dondum. Her donusum bir confusion yaratirken, buradan her gidisimde de Kurkcu dukkanindan ciddi bir ayrilamama durumu, asiri duygusallik, ayaklarin geri gitmesi hali falan yiyip bitiriyor beni.
Didem'de ayrilamama ya da baglanma sendromu varmis, ben de yillardir kendimi bir tuhaf ve mozosist bulurdum. Ilkokuldan beri o zamanki kurkcu dukkani okulum kapanirken aglar, okul acilirken evden ayriliyorum diye zirlardim. Tatile giderken, donerken, birinin evinde kalip kendi evime donerken icim siserdi. Demek bunun adi ayrilma sendromumuymus iyi oldu Didosh'un soyledigi ben de ogrendim durumumu. En azindan manyak olmadigimi, hic olmazsa onun kadar olmadigimi diye dusunup icime serin sular serpildi.

Bizim Kurkcu dukkani oldugu gibi durmakta ekstra kitap, akide sekeri, raki ve bilumum Turkiye kokan ivir zivir eklenmis halde ve pek cok dusunceyle doldurulmus bir guduk beyin ile birlikte. Super fit geri gelmeyi pek fazla umdugum ama yanildigim Turkiye tatili zart diye gecti. Puslu, yapisik bir New York gunune adim atmaya bir gun kala "Ne gemiler yaktim, Ne gemiler yaktim" diyen Sezen Aksu'nun Farkindayim sarkisini dinleyip bileklerimi kesmeye mi hazirlansam acep?

Gecen bir ayin en guzellerinden biri 8 yil sonra ilk kez gittigim Sezen konseriydi. Acikhavada'ki konser ne kadar da guzel ne kadar da tanidikti benim icin. Eski gunler aslinda eski degil yepyeni gibi gozumun onundeydi, yanimdaki genius ile manyaklik arasinda gidip gelen superstraplesli sahsin da olumlu etkileri kacinilmazdi. Gozume Acikhava kucuk geldi, en ucuzun bir ustunde aldigimiz bilete gore arka siralardaki yerimiz bile soylemesi ayip 2 gun sonra Dave Gahan'in bir yamugu olmazsa gidecegim Madison Square'in arka siralari ile karsilastirilinca baya prestijli bir yer gibi gozuktu gozume. Sarki sozlerini arada unutsa da, sarkiya erken girse ki ben tabii ki anlamadim bunu ama yanimdaki Superstraples Supertramp soyledi birkac kez, ya da sanki biraz yorgun veya dalgin olsa da yine de hayatimin istisnasiz en guzel zamanlarini yasatan Sezen Aksu kalbimi soyle bir avucladi. Ilkokulda babamin aldigi beyaz walkmanda dinledigim Daglar Daglar sarkisini yillar sonra canli dinlemek ne kadar da hossik bir duygu oldu benim icin 35'inci yasimdan 3 gun aldigim bir gecede.

Nuri Bilge Ceylan'i cok sik anar oldum bugunlerde ozellikle de kalbimi orada birkmisken. Yalniz ve guzel ulkem demisti Cannes'da odulunu alirken ne kadar dogru demis. O kadar guzel ama bir o kadar da yalniz ve kirilgan bir ulke benimkisi. Herkesin kalbi kirik tough bakislarinin, keskin sozlerinin, maco ve hatta kustah tavirlarinin altinda. Manyak bir korku ama aslinda buyuk cesaret, sonsuz ozgurluk ama fazlasiyla baskasina esaret, aciya addictive ama ondan kurtulmak icin kafesteki aslan gibi kukredigi halde sesini duyuramayan insanlariz. Hepimiz, topumuzun, bir bir kalbi kirik. Soylenenlerden, verilmis ama pek da sallanmamis sozlerden, giyimini kusamini, dinini, tenekesini icini kanirtircasina acitan sozlerden, arada sikismisliktan kalplerimiz parca parca. Herkes kacmak istiyor, ipini koparip bir yere kapaklari atmak. Aileden kacmak, askerlikten, ekonomik krizden, issizlikten, asksizliktan, fazla asktan, yersiz yurtsuzluktan... Ama kacamiyorsun, yer yurt neresi olursa olsun kendinden kacamadigin icin, kacmak istedigin hicbirseyden de kacamiyorsun, sirtinda bir kambur, kalbinde bir sizi, beyninde surekli bir alarm olarak senin pesinden geliyor, geliyor. Bazen pili bitmis bir alarm oldugunda bir sureligine unutsan da pili takildiginda yine pesini birkamayacak kadar israrci bir alarm.

La'l ile basladi konser o gece,

"Ah şişede la’l Hem de ay hilal
Bir daha da görmedim öyle yazı" dedi Sezen Aksu , ben de gayrihtiyari goge baktim ayi goremesem de o sirada, guzel bir yaz gecesinin uzerimdeki agirligi, sirtimdaki kamburumla boyle bir yazi yeniden yasamayi umut etmeyenler utansin dedim kendime.

Wednesday, July 15, 2009

Kimin sehri?

Bir sehri oldugu gibi sevebilir miyim diye dusunuyorum sabahtan beri, deli bir firtina ve ardindan sagnak bir yagisla birlikte Nisantasi yollarina dustugum sirada. sari dolmuslara binmeyi bile ozledim, ucuran soforleri de. Her ne kadar mutsuzlugu dolayisiyla da suratsizligi beni uzse hatta kalbimi kirsa da soforun, o dolmusta "karsi"ya gecmek ne kadar da buyuk bir keyifmis. Erenkoy - Taksim arasi yolculuk uc kaza sahitligi, sayisiz serit degistirme cambazligi, soforun uzun cep telefonu muhabbeti ile koprunun de acik olmasinin yardimiyla kisa surdu. Sagnak yagis esliginde Nisantasi dolmusundaki son koltuga binmek istemem ise onume zarrrt diye atlayan bir kadin sayesinde basarisizlikla sonuclandi. Kibarca da olsa birsey soyleyemedigim icin kisa bir afallama sonra da kendime kizma hissiyati ise kisa surdu. Salak salak kadina bakip, dolmusun hizla basip gitmesiyle arkadaki bos dolmusa atlayiveriyorum Uzun zamandir denial'da oldugum kendi ulkemde yabancilik durumu ise ortaya aniden cikiyor.

New York'ta olsa bir panter atikligi ile hakkimi cemkirebilecek olan ben, burada salak salak bakiyorum. Dun aksam da otoparktan cikarken 10 milyon ya da YTL, TL her neyse eksik aldigim paranin uzerini gayet salakca cantama tikistirip bir de gorevliye cok sagolun, iyi aksamlar yaglama ballamasindan sonra, eksikligi arkadasimin dikkati sayesinde farkina vardim. Her Kadikoy yolculugundaki farkli ucret uygulamasina suskunlugum ise cabasi. Artik buradaki tepkileri unutmusum. Ya sofor bana ters bir cevap verirse hatta bagirirsa ya da O'nu acaba utandirir miyim o kadar yolcunun icinde dusuncesi beni birsey soylemekten alikoyuyor. Dilimde bir tutukluk ki, o tutukluk, beni bilenlerin, duyanlarin bazen rica minnet bazen de ciddi uyarmalari ile siklikla arzu ettikleri birsey. Konusma acizi kesildim, yorum yapamama, elestirememe filan falan. Ulkeme mi bok atmak istemiyorum, yoksa ondan kotu ayrilmak mi onu ben de bilemedim. Fiziksel olarak cok degisen birsey yok biraktigimdan beri ve her yilki gelis gidislerimden cok fazla bir anormallik gozume carpmiyor. Sadece bir yil gordugum dukkan, ertesi yil baska birsey olmus. Bir restoran acilmis digeri kapanmis. Manyakca bir sirkulasyon. Ama bariz bir sekilde dikkatmi ceken sey insanlarin mutsuzlugu, suratsizligi ya da uzgunlugu. Soforler, yolda yuruyen gencler, evdeki insanlar, benim gordugum herkes neredeyse. Birsey soylemeye cekiniyorum, espri filan yapmak cidden urkutucu benim icin. Kendimi tutuyorum sakin sakin durmak icin, yanlis anlasilmak en buyuk korkum cunku.

Nisantasi'nda Bahar Pastanesi hala yerinde, ohhhh ne kadar da guzel. Karisik pizza ve aycoregi aliyorum, tikiyorum agzima Tesvikiye Caddesi'ni boylu boyunca yururuken. Sonra bos bir magazanin caminda Fuaye Cafe yazisini goruyorum. Aklima tabii Orhan Pamuk ve Masumiyet Muzesi geliyor, roman boyunca bitmek tukenmek bilmeyen Fuaye'deki yemekler. Assk Cafe'de cook eski arkadaslarimla, 11 yasindan beri tanidigim artik bebeleri olan arkadaslarimla bulusuyorum. Kahve ve sigara esligindeki eski gunleri konusmak bu sehre olan aidiyetimi hatirlatiyor bana, cunku unutmusum. Unutmak hayattaki en buyuk korkum. Sevdigimi, severek gordugumu ya da gorup kizdigimi, kizip affettigimi unutmak, ilk gencligimi, simdi salakca gelen ama o zaman ne kadar da onemli olan sacmaliklari, konustuklarimizi, yasadigimi unutmak. Iste bu sehir bana butun bunlari yeniden hatirlatiyor bugun itibariyle.

Unutmusum iki yildir ya da son sekiz yildir yavas yavas aslinda unutmadim sandiklarimi. Hatirlamak ise cok guzel, manyak bir duygusal tatmin sonrasinda gelen duygusal bosalma. Ama tabii kafanin icine de saglam tarafindan etme durumu. Burayi birakip geri dondugunde yine bir ait olamama, isteyip de basaramama haletiruhiyesi. Yillarca bu duygu yedi bitirdi beni. Bir sehir bu kadar mi agzina edebilir insanin yoksa aslinda sucladigim sehir degil de buyumek, yaslanmak mi gizliden.

Yillar once bir arkadasim icin bir sarki yazilmisti ya da siir yanlis hatirlamiyorsam "Istanbul Senin Sehrin" diye, iste simdi aklima o geldi, Istanbul her zaman benim sehrim bana kimse oyle birsey yazmamis olsa da. Suratsiz, lanet, zor ama sevilesi ve cok cok sevdiklerimin, vazgecilmezlerin, ilklerimin sehri. Vallahi seviyorum seni.

Monday, July 13, 2009

Yildizlardan fal tuttum o tarafa

Ayse Arman karsi mahallenin tadina bakmak istemis, ne hissediyorlarmis, nasil giyinip, nasil sosyallesiyorlamis filan. Cok onemli bir habercilik olayi buyuk cesaret, tipki kendisinin seks olmayan ama seksi olan resimlerinde gosterdigi cesaret gibi. Hele Fatih'te Ismailaga Caddesi'nde bir at edasiyla, artik kacinci sinif oldugunu bilemedigim muhtesem ayakkabilariyla kiritirken ve pisliksiniz lafini yerken de bayagi bir takdirlere sayan olmus kendisi cesaret ornegi olmasi babinda yani. Cok korkmus, hizli adimlarla dumduz yurumusler, yedikleri lafin haddi hesabi yokmus haciyagi satan dukkanlarin onunden gecerken. Bir de turban takanlarin soyledikleri gibi turban yuze, goze vurgu yapiyormus lafi hic de gercekci degilmis, kimse ona bakmamis turban varken kafasinda, eskiden bir enerjisi varmis, ezelevvel herkes bakarmis Ayse Arman'a. Ayyy midem kalkti okurken yazdiklarini. Bu kadar mi manyaklik olur ya? Ne kadar kendini begenmis bir insansin sen, ne kadar simarik, ne kadar da her bir boktan anladigini sanan cok onemli bir habercilik ornegi sundugundan emin, cok da tarafsiz yazdigini zanneden bir kisiymis diye dusunmeden kendimi alamiyorum.

Turbanlilari ya da herhangi bir kimseyi savunmak degil benim derdim. Ama o taraf, bu taraf kavgasi, sizin otel, benim cafe muhabbeti yuzunden ne kadar da ulkemizin, muhabbetlerimizin, hayatimizin icine ettigimizin farkinda degiliz. Arkadaslarim evime geldiginde annemle babamin muhabbetinin besinci dakikasinda o tarafin ne kadar ahlaksiz, serefsiz, yiyici ve pislik olduklarini duymaktan icime fenalik geldi. Bu taraf cok namuslu, demokrat, hic yemeyici ya tabii. Ilk ayrimciligi onlarin baslattigindan tut da o ciplerde, luks apartmanlarda artik onlarin oturdugunun virvirlanmasindan, ne kadar da kotu giyindiklerine kadarki o tarafin elestirisi artik ziyadesiyle canimi sikiyor.

Buyuk gazeteci, roportajci, unlu gelin, Dubai prensesi hic gormedi mi acaba Nisantasi'nda, Bagdat Caddesi'nde fink atan yapma sarisinlarin yanlarindan gecen turbanlilara ne kadar da mideleri bulanarak baktiklarini ya da girmeyi planladiklari restoranlarda iceride turbanli var diye yemekten vazgecen super entellektuel, demokrat Turklere rastlamadilar mi? Ben cok rastladim, hergun rastliyorum hatta. Mazallah bir turbanli gecmesin cok shik haliyle ya da luks arabasi, cantasi ile yanimizdan, yanimdaki cok zeki, kulturlu, sosyal seviyesi son derece yuksek mukemmel(!) erkek ve kadin cevremden istisnasiz pek de olumlu olmayan, kendisine soylense alinma seviyesi bir hayli yuksek olacagindan emin oldugum, dotu yemedigi icin dusuk frekansli sarfettigi sozlu tacizlere cok alistim ben son bes alti yildir. Bitmek tukenmek bilmeyen turban elestirisi. Ama sonu hep ekonomik seviyeye dokunan, artik kiskanclik oldugundan emin oldugum ipe sapa gelmeyen nevrotik konusmalar, Istanbul gidis ve gelislerimin anafikri oldu. Ne yaptin Istanbul'da, turban tartistim over and over again!

Biraz daha saygili, biraz daha yapici olabilsek hayat ne kadar da az depresif olur bence. Turban artik bir gercek, kacinilamayacak bir gercek. Kabul etmekle zorunlu oldugumuz bir gercek, kiskanmadan, laf ve bok atmadan, igrenmeden yasayabilsek birlikte o zaman belki o taraf bu taraf kaygi ve kavgasi birbirini daha iyi anlamaya yol acmaz mi?
Iki tarafindan icindeki nefret bir nebze olsun azalmaz mi? Buyuk sair Sezen ablamizin Roman Kizi'nda beynime siringaladigi gibi, "O taraf bu taraf kalbimizi kirdilar offffff" , off ki ne off yeter ulan o taraf bu taraf kavgasi der turbanli turbansiz her bir kesimi operim.

Friday, July 10, 2009

Show me a smile then, don't be unhappy

40 derece sicakta dusunurken eski yazdiklarima baktim. Yaklasik 1.5 ay once bizim buralar diye bahsettigim simdiki bizim oralarin bok kokulu, bitmez tukenmez gri havasinin ne kadar ic kararttigini yazmisim. Bana da yaranmak ne mumkun? Aha da bana sicak hava, gunluk ve dahi guneslik bir hava bu da olmadi, baska ne verebilirsiniz seklinde, bol ve de havadar etekligimi sallandirarak ev koridorunda dolaniyorum. Iceride yanlis bir programa katildiklarindan kesinkes emin oldugum straplezli, ekleme sacli uc assolist cakmasi (bu terimi bir yerde kullanmam gerekiyor moda oyle) ve hafif davarimsi iki adamcagizdan olusan dort kisilik Yemekteyiz programi var, annem pur dikkat seyrediyor. Dun deniz borulcesini yapmislar bugun biz de aynindan yemek serefine eristik diyemiyorum ben yiyemedim maalesef. Icim alamiyor.


Dun aksam ust duzey manyak Didem IQ sinirlarini yine saglam zorladi. Onunla olmak her zaman bir challenge aslinda zevk olmasinin yaninda. Hep yenilenerek donuyorsun evine, ayrilmaya zorlanarak ya da ayrilmak icin can atarak. Simdi bunu yazdim diye kizar ama oyle. Iki ucu boklu degnek diyecegim gibi gelse de demek istedigim aslinda iki zit uclarda dalgalana dalgalana gecer hayat Didem'le. Bir cikar ortaya yuksek dozlarda verir, sonra yok olur alti ay Didem'in esamesi yok ortalarda, bekle dur ciksin abuk bir zamanda. Her ciktiginda yine eski dozlarda verdigi icin bir alisma, kendine gelme sarsintisindan sonra biraktigin yerden devam edebilme durumu guzel tabii.

Didem ikilendi artik. Kendisinin cuce ve mavisi turemis. Saclarini sallandirarak, etekleri kivirtarak dolaniyor evde. "Mama mia here I go again, my my how can I resist you" sarkisi ile karsiladi beni iki yil sonraki ilk bulusmamizda. Asik olmamak mumkun degil dedim ben bu cuceye, gerci bes yil sonra beni gecer ayaklara bakilacak olursa ama simdilik daha kucuk kivamda. En cok ayaklarimi begenmis oyle soyledi, ben de cok memnun oldugumu soyledim kendisine bir ayak fetisi olarak. "Sagolasin Nil Magali kadindan anliyorsun" demek istedim ama anasindan ve kendisinden firsat bulamadan diger bir konuya yani sparkling pinke ve odasindaki o tondaki objelerden bahsetmeye gectik. Biraz sonra benim erkeklerim sandigi ,her nedense, Didem'in beklenen arkadaslari geldi ve Nil Magali o andan sonra koptu. En favori erkegi olan mavi gozlu cocugun kucagina kurulmak ve elini omzuna atmak suretiyle uzak diyarlara dogru bir dalisa gecti. Didem'den daha bahsedemiyorum yasakli konular koydu bana biraz once, ehh saygi gosterek bari! Ekmezse yarin havuza gidecegiz bakalim heyecanla bekliyorum sonucu.

Simdi True Colors caliyor, en sevdiklerimden biri, Cyndi Lauper degil Phil Collins'ten.
"I see your true colors
and that's why I love you
so don't be afraid to let them show
your true colors
true colors are beautiful
like a rainbow" diyor.

Don't be discouraged da diyor ne de guzel diyor, o kadar cok sey var ki discouraged olacak ama iste boyle deliler oldugu surece cekebiliyoruz hayati biraz, SIMDILIK! Al bu da benden sana olsun o zaman super delim bir o kadar da ilerim!

Thursday, July 9, 2009

Yaza dair, yazdan ote bayginliklar

Istanbul'a dondum Sureyya'yi mayokinisyle goremeden, degisen birsey yok bende hala icim yorgun. Agzimdan kelimeler cimbizla cikmaya basladi ki bu da pek hos bir durum degil tabii beni taniyanlar icin, Istanbul sicagi bayiltmaktan ote beynimi eritti de diyebiliriz

Dun aksam Ferhat Abi'yi seyrettik, lakin yaz televizyonlarinda pek fazla birsey yok. Ferhat Gocer baya eglendiriyor MUS, herkes oyle diyor. Turkbuku Guverte'de haydi eller birlessin, cep telefonlari havaya formunda, on siralarda Bodrum gecesi sarisinlarinin inci edasiyla dizildigi carsamba yaz aksamlari pek bir eglenceli. Gecen hafta Sibel Can var idi. Annem pek bir seviyor kendisini cok guzel ve masum yuzluymus. Kocalara parayi yedirtmis, simdi esekler gibi calisiyormus. Reklam arasinda Mega Magazin'e baktim soyle bir. Cesme-Bodrum haberlerine agirlik verilmis haliyle. Bikini, tankini ve mayokinili kizlar sulari avuclayarak kiclarini salliyorlardi. Yukaridan bunlari seyreden boy boy erkekler zoomlanirken arka fondaki "Buralari yikiliyor, hergun pesime bir biyikli takiliyor" sarkisi ise beni benden aldi.

Sabahlari Aramizda Kalmasin diye bir program var gunluk magazin haberlerini inceliyor, hatta ince eleyip sik dokuyor. Maksim Gazinosu assolisti endamindaki sunucunun kiyafeti ise pek bir goz aliciydi bu sabah. 11 AM sularinda kan kirmizisi saten elbise ve ayni tonlarda ruju ile Berrak Tuzunatac -Nejat Isler evlilik dedikodusunu didikliyordu. Gumusluk Belediye Baskani agzindan kacirmis yaz sonu o kiyacakmis nikahlarini agresif, bohem ciftimizin.

Berrak'a pek bir uzuldum, cok severim kendisini ancak Nejat Isler'le evlenme haberi yikti beni. Her daim sarhos, gazeteci dusmani Nejat Isler bu kizcagizimin basini yakmaz umarim. Anneme gore Berrak'in da birgun uzerine yurur hatta O'nu dovermis ama Berrak da aptal kiz degil yani, o da kodu mu saglam oturtur yari baygin Nejat'i diye dusunmekte ve evlenmemelerini umit etmekteyim. Yap kizim Gumusluk'te tatilini, ic birani, sigarani, yuru paparazzilerin uzerine, giy bikini-pareo takimini at zarlari pullari oyna tavlani, don Istanbul'a yurutemedik de ayril. Sana kariyer lazim koca degil.

Bodrum artik dakika dakika verilen bir savas haberi halinde yazlari Turk medyasinin mihenk tasi. Her yazili ve gorsel basinda Bodrum var. Kim ne giymis, ne yemis, nasil yanmis, kim kimle alt alta ust uste basilmis 24/7 yazilma, cizilme, zoomlanma seklinde. Unluler ise bu durumdan cooook rahatsiz. Turkbuku'ne, Gumusluk'e sakin bir tatil icin mi gidiyorlardi cok merak ediyorum. Ben bile bu sade vatandas halimle kaynimlarla gezerken, star tutulmasi oldum. Mesela cok sevdigim Terzi Hasan'i gordum, mafya, moda, dayak uclemesinin sari civcivi Canan Yaka'nin, milli uydurmaci Divan Palmira gonullu ambassodoru Kenan Pek Cetingoz'un yanindan soyle bir siyrildim, Pek Cetingoz'un tokyolarina bile yan gozle bakiverdim. Cesit cesit Lu Vutton (Didem boyle telaffuz eder) modellerini analiz ettim ki dondugumde bilgim artsin dedim. Insan iste unlu gorunce merak ediyor, paparaziler de islerini yapiyor, cekiyor cekiyor, birileri de unlu oluyor. Gitme kardesim Bodrum'a eger sakin tatil yapmak istiyorsan, paparaziler her adim basi sote halinde, bikini, dovme, opusme ve tekne ustu guneslenme pozu cekme pesindeler. Eger sevgilinle sakin bir tatil yapmak istiyorsan Agva, Sile, Kumburgaz'i tercih edeceksin Turkbuku'ne, Gumusluk'e.

Yazlari burasi boyle televizyon, Bodrum ve dedikodu seklinde geciyor. Gunler, haftalar, aylar geciyor. Kizlar kicini sallayarak, dizi unluleri ask yasayip sonra da ayrilarak, hanzolar canta ve cipleriyle Nuri Bilge Ceylan'in yalniz ve guzel ulkesinin sokaklarinda futursuzca fink atarak geciyor, geciyor!

Tuesday, June 30, 2009

Jetlag yuzunden Turkbuku'ne hazirlanamiyorum, eyvah!

Sonunda ben de Ask-i Memnu'nun su cok konusulan Youtube'da izlenme rekorlari kiran Bihter Behlul sevismesini seyrettim, oh beah! Bekle bekle, 20ser dakikalik 3-4 reklam arasindan sonra sevisme tum yavasligiyla ve Kivanc Acitug'un ne oldugunu bakip bakip anlayamadigim kol dovmesi zoomuyla saat aksam 11 civari basladi. Annemle birlikte sicaktan bardak bardak sulari kafamiza dikerken, meshur sevismeyi seyrettik. Cok atesli bir sahne bekliyorum ha geldi ha gelecek diye, yok meger o kadarmis bir haftadir her yerde bahsedilen sahne. Ben de Sex and the City'deki Samantha'nin rutinlerinden biri sandiydim ama tabii Turk dizileri icin oldukca yogun sayilabilecek bir sahne acikcasi. Keske Ayse Arman'in Beren Saat roportajini okumadan seyretseydim, o sahnelerde araya yastik koyuyorlarmis tahrik olma unsuru ortadan kalksin diye, icime tabii bir hayli su serpildi biz de saniyorduk 25 set gorevlisi esliginde ciddi ciddi sevisiyorlar her neyse. Seyrettim ya ben daha da baska birsey istemem.

Istanbul'da ikinci gunum hala yorgunum, yorgun mu geldim yoksa burasi yorgunluguma yorgunluk mu katti pek anlamis degilim, zati anlayamadan da donerim herhalde. 2 gunde uc kere dolmusa bindim Erenkoy-Kiziltoprak arasi, ucunde de ayri ucret odedim "ne kadar? 2 lira", "ne kadar? 2.25 lira", "ne kadar? 2.10" hepsinde de sorgusuz sualsiz verdim, kendi ic sesimle mucadele ederekten. Sag salim evime gitme arzusu icindeyim. Hava sicak, dolmus kapisi acik sekilde seyir halindeyiz, hepsinde de kenar koltuktayim, her an disari ucabilirim. Bir de sofor kardesle ucret hakkinda kucuk de olsa munakasaya girmek beni korkuttu. Guzel insanimin ne kadar offensive oldugunu flashbacklendi ister istemez, "seni kazikliyor muyuz abla?" gibi bir sendroma giremeyecek kadar yorgun ve jetlagim. Ne olursa kabulum, beni sag salim Erenkoy isiklarda at da sen ne kadar olursa olsun dusuncesiyle kuzu kuzu gittim. Daha sapasaglamim ama annem cok emin ezilecegimden cunku burada yayalar icin yesil aslinda yayalar icin yesil degil imis. Bana oyle soylendi, "sen sana yesil de olsa gecme" dendi, "bekle yol bosalsin, ufukta araba kalmasin oyle karsiya gec" diye tembihlendi. Zaten oyle olmasa da 15 saniye kadar yanan yaya icin yesilde panter hiziyla kosaraktan karsidan karsiya geciyorum. Sikayet ediyor degilim tabii, degisen birsey yok cunku, sadece unuttuklarimi tekrar yasiyorum biraz sersemlemis olsam da geri geliyor hatiralar.

Tipler pek bir ayni, her gecen yil daha da birbirine benziyorlar. Turk insani iyice bir sarisin olmus. Paris Hilton'lar salinaraktan Bagdat Caddesi'nin 35 derecesinde bir asagi bir yukari dolasiyorlar. Lui Viton (simdi tabii Fransizca yazsam anlasilmaz halkin diline inmek istedim) sponsorlugunda yapilan bu Bagdat Caddesi turlarinin olmazsa olmazi ise Starbucks kafeler, bir mantar bitmesi formunda her 100 metro araliginda acilmak suretiyle Turk ekonomisinin onemli bir mihenk tasi olmus.
E Allah razi olsun ne diyek, Turk insanin kahve ihtiyacini karsilayan Starbucks'a, orta sinif ve ustu olmaya calisan hem de cok cabalayan Turk kadin ve kizlarina buyuk katkida bulunan kuaforler ile Lui Viton'a tesekkuru bir borc bilmek lazim. Ekonomik krizi onlar sayesinde atlatiyoruz sanirim. Ha bir de anasinin nikahini isteyen ustu fiyonklu naylon Crocs'lar var tabii unutmamak lazim, Turkbuku icin cok gerekli. Ben de hazirliyorum uc gun sonra gidecegim Turkbuku tatilim icin lazim olan ikoncan item'larimi. Belki Kivanc Tatlitug'u gorur, Sureyya Yalcin'in sadirvanin yanina duserim degil mi? Oyle kabak gibi olmaz, saclarin fonlenmesi, bikiniye uygun pareolarin hazirlanmasi gerekmekte. Allah'tan cok yakin bir ikoncan tanidigim var da ondan yardim alma dusuncesi icime gul suyu serpiyor, oralarda rezil rusva olma endisesini az da olsa ortadan kalkiyor.

Didem manyagi aradi, her zamanki dozlarindan bir - iki verdikten sonra ki o buna taciz demekte, ayaga kalktim. Annemin gunluk alinganliklarini da atlattiktan sonra ikinci gecemin sonuna gelip yeni bir gune baslamak uzere kafami yastiga bir turlu koyamadim cunku uykum yok. Ege bile kacinci uykusunda kimbilir. Binbir diretmesine ragmen o bile bir sure sonra bayiliyor ama ben baykus gozler, gazdan sismis bir karin, yapilacak isler, gorulecek insanlar, alinacak sacmaliklarin sanal listesiyle mucadale halinde geceye devam ediyorum. Simdi birkac sayfa okuyup uykuya gecme niyetindeyim, aslinda Ege'nin Coldplay, Beatles ninnilerini mi Ipod'a aktarip da uyumayi denesem diye de dusunmuyor degilim! Ege'yi uyutacagina daha cok ayiltiyor, belki 34 yas fark sebebiyle beni ayiltacagina bayiltir. Hadi ben uzadim.

Friday, June 26, 2009

Cocuk adam

Sabah'in 7'sinde aklimda Michael Jackson ve onun hala olmus olamayacagi var, tir tir yiyiyor icinde birseyler. Nasil olabilir kavrayamiyorum. Bana oluyor boyle cok unlu ve her daim birseyler uretmis urettikleri de hayatimizin icine zikretmis insanlarin gidisi bende durgunluk ya da kilitlenme ya da ona benzer bir etki yaratiyor aciklayamiyorum. Farah Fawcett de oldu dun ama onda ayni sey olmadi cunku, kendisinin pek de iyi kalpli bir insan en azindan cok da iyi bir uvey anne olmadigini okumustum Tatum O'Neal'in Paper Life isimli edebiyat tarihine gecmesi gereken, her genc kizin okumasini tavsiye ettigim biyografisinde.

Michael'a donelim biz yine hemencecik. Tamam adam beden arti ruh sagliginin icine etti son on yillarda artik o sevimli, kocaman sacli cocuk ya da 90'lardaki muthis kivirtmasi ve sarkilariyla bizim devlet kanalimizdaki beyaz corapli siyah pantolonlu ilah da degil. Dudaklarini boyamaya basladi, cocuklarla sozde uygunsuz iliskisi yuzunden mahkemelerde surundu, pijama ile sokaga cikti ayyy ne ayip. Ben sahsen O'nun evine gelen cocuklarla boyle bir iliskisi olduguna hic ama hic inanmadim. Cocuklarini popun ilahi adamin evine oyun oynamaya gonderme bahanesiyle, Michael'a peskes cekip sonra da cocukugumu taciz ediyor diye avaz avaz bagirip milyon dolarlari agizda salyalari ile ruyalarinda goren analarin planli, programli halt yemeleri degilse ben de kisa boylu bir Cinli'yim. Ehh biraz oyleyim aslinda.

Dun haberlerde O'nu taniyan bir suru insanla konustular, hayranlari, zaman icinde O'nunla roportaj yapmis gazeteciler, yok muzik endustrisinden insanlar filan. Hepsi de O'nun icin kirilgan, utangac, insancil ve de muthis bir zeka olarak bahsetti. Birkac kendini bilmez de son yillarda taciz davasiyla gundeme nasil geldiginden, yok efendim Berlin'de oglunu balkondan nasil da dusurmek uzere oldugundan ve kendisini tukettiginden filan bahsetti ki ben onlarla pek ilgilenmiyorum. Nedense biz insanlar ki ben dunya yuzundeki butun insanlarin psikolojisinden anladigim ve onlari teker teker analiz etme yetenegi ve bilgisine sahip oldugum icin boyle bir genelleme yapiyorum biz insanlar diye, yetenekli, muthis zekali insanlarda mutlaka bir kusur arar, bok atmak icin o muthis zekayi didikler de didikleriz. Yok efendim derisinin rengini de acmis, yok burnunu kucultturmus, 35 tane estetik olmus, cocuklarla cok yakinmis zart da zurt.

Ulan bu adam ki artik nur icinde yatsin diyebilirz ya da muthis muzikler esliginde daha mi olur bilemiyorum, dunyanin en cok satan albumunu yapmis, Thriller albumu ile 80 hafta Billboard top 10 listesinde kalmis bir ilah. Pop'un krali var mi daha otesi? Sana ne derisinin renginden, dudagindaki kalemin markasindan, cocugunun anasindan. Bunlar mi kuculttu Michael'i? Kendisine boyle hitap ediyorum cunku bu ulkede cok yakinlastik kendisiyle kisa surede. Hic kucultmedi tam tersine daha da kocaman yapti bence kendisini. Hep merak edildi, konusuldu ve O her zamanki kirilganligi ve zerafeti ve bir kiz cocugunu andiran urkek ses tonu ile kibarligindan hic odun vermedi, paparazilere saldirmadi, kufur etmedi, kimseyi kirmadi. Kendi bildigi hayati yasamaya devam etti. Cocuklardan hic vazgecmedi cunku O'nun hic cocuklugu olmadi.

Kimbilir belki de o bedende cok mutsuzdu, kocaman evinde, Bahreyn'de aldigi adasinda, gittigi her yerde yalniz ve mutsuzdu. Avukati demis ki dun aksam televizyonda "He was a man child." Cocuk adam yani, 50 yasindaki cocuk adam, dunyanin en unlu, en yetenekli insanlarindan biri, pop muzikte, dansta cigir acmis ama yine de cocuk kalmis, kalmak istemis kirilgan adami. Simdi herkes O'nu konusuyor bangir bangir, aslanim Liza Minelli nasil da koydu lafi canli yayinda. Herkes dedi simdi isine geldigi gibi yazacak Michael'i kotu konusanlar iyi konusacak cunku bu sattiriyor haberi ama "He was not guilty folks" dedi ve benim icin noktayi koydu hem de kitabin tam ortasindan.

Friday, June 19, 2009

Allah hangimizden bikti?

Never ending life story dedikleri benim icin de pek degismiyor. Turkiye topraklarina basmaya 1 hafta kala yorgunluktan olmus bir sekilde ise surunuyorum her sabah. Icim de disim gibi yorgun, kafam ise artik sunger kivamina mi geldi acep? Unutmaya basladim, pek hayra alamet degil.

Ipod sponsorlugundaki gunluk NJ -NY otobus yolculugumda gecen gun bir kadini girtlaklayasim geldi diger kader arkadaslarimdan da cesaret alarak. Elinde kocaman metal bir kasikla yogurt yutan alabildigine caralak sesli bu kadincagiz, kulaginda kocaman DJ'vari kulakliklariyla telefonda konusarak sabir sinirlarimi bir hayli zorladi. Kafayi taktim mi takiyorum, kulagim surekli kadinda bir Fransizca bir Ingilizce yarim saatlik yolcukta yedi bitirdi beni.

Benimse kafamda kayin ve maun anneme aldigim ancak alti UPS'ten cikmayinca geri gonderilmesi icab eden bu yilin en moda rengi oldugu iddia edilen narcicegi rengindeki tankiniden tut da, Mevlana'nin nefs ile ilgi sozlerine kadar genis bir yelpazede dans eden dusunceler var. Butun bu dusunceler etrafinda bir de uzerine dun aksam God grew tired of us isimli filmi seyrettikten sonra beynim iyice allak bullak oldu, ucsuz bucaksiz dusunceler silsilesiyle.

Lost Boys 1987 yilindan beri cesitli multeci kamplarinda yasayan Sudan'li cocuklara deniyor. Film kucucuk yaslarindan itibaren, ulkelerindeki ic savas ve Musluman olmayanlarin sistematik olarak katledilmesi korkusuyla topraklarindan cikip binlerce kilometre yayan, ac, susuz, camur yiyip, kendi idrarlarini icen Kenya, Etiyopya gibi ulkelere yuruyen erkek cocuklarin hikayesi.

Bu cocuklar ulkelerinden kopartilmislar. Ailelerinden haberleri yok, gelecekleri, ruyalari, asklari yok. Erkek erkege, toprak tabanli kucuk kamplarda kendi hayatlarini kurup bir umut bekleyen cocuklar. Yarina ne yiyecekleri belli degil. Birlesmis Milletler'in yardimi olsa da bu binlerce cocuk ac ve umutsuz.

Birkac tanesi Amerika'ya gitmeye hak kazaniyor. Umutlari, geride kalanlara yardim etmek. Fabrikalarda, McDonald'slarda, zengin restoranlarinda kazandiklari uc bes dolarla onlari da kurtarmak pesindeler. Allah'in onlardan biktigini dusunenler var aralarinda. Bir an icin bile umutlanmak isteyenler de. Bir gun diyorlar gececek bu savas, kadinlar tecavuzden, erkekler katledilmekten, evler yakilmaktan kurtulacak ve biz de topraklarimiza geri donecegiz. Cogu anasinin babasinin akibetinden habersiz.

Butun bunlari seyrederken kendimi dusundum. Yorgunlugumu, son gunlerdeki constant sikayetlerimi, bu ulkeden, insanlardan, kendimden bikkinligimi. Ve utandim. Hepimiz utanalim bir sureligine. Ne bekliyoruz bu hayattan, ne hayal ediyoruz, ne yasiyoruz? Peki ya hic hayal etmeyi bilmeyenler, edemeyenler, ettigi anda korkanlar, agzina edilmis bir cocukluk yasayan hatta hic cocuk olmadan buyuyenler. O kamptan bu kampa ciplak ayak bilinmeze yuruyen, yolda telef olanlar. Bunlari dusundum. Sonra da her daim marsik teni ve at gulusuyle magazin aleminin vazgecilmezi Cagla Sikel'e hamileligi yuzunden ask kumkumasi kocasinin getirdigi gunes yasagi haberi ile gunlerden beri mansetten dusmeyen Ayse Arman'in buyyyyuuuk bir cesaret ornegi gosterip asiri modern olan,cok cesur kocasinin da destegi ile cektirdigi seks degil ama seksi resimleri geldi aklima ve dedim ki kendi kendime; hay yikilasi, yok olasi, kor olasi dunya. Bu mudur yani?

Saturday, June 13, 2009

Yazlik

Buralarin yazi da bir baska guzel oluyor! Gri bir hava, Hudson nehrinden buram buram gelen bok kokusu, bitmek tukenmeyen bir yagmur ve dolayisiyle nese icinde kalkilan sabahlar. Tamam birsey demiyoruz milletin memleketine de, haziranin bilmem kacinda bir gunes yuz gormek fena olmazdi hani. Ruhumun senlenesi var ama olamiyor sayesinde, ne yapayim.

Gunlerdir haberlerde de menem birsey yok. Istanbul Emniyet Muduru baska bir sehre vali olarak atanmis, cok sevinmis hayirli ugurlu olsun gittigi sehre, giden geleni aratacak mi bizim sehirde onu da heyecanla bekliyoruz. Iran Ahmedinejat abimi yeniden secti, az once canli konusuyordu televizyonda, hersey insanlar icin diyor, insanlar secti beni, biz de onlar icin variz. Sanirim kadinlardan bahsetmiyordu insanlar derken.

Munevver'in katili Rusya'da mafyayla rulet oynuyor herhal, hala yakalanamadi, hababam yeni bir ipucu cikiyor, basin pompaladikca pompaliyor ama ne kestin koc ne yedin hic. Cher'in kizi erkek olacakmis, gunlerdir en buyuk haber bu, buralarda. 45 estetik ameliyati olmus, 35 kiloluk 65 yasindaki Cher'e reva mi bu diyenler vardir ama helal olsun kiza, koymus aklina yapacak.

Gecen hafta Kansas'ta bir kilisede, bir kurtaj doktoru olduruldu, katili takdir eden borazancilar var. Nefret dolu insanlar, yapilani hak gorenler. Ruh hastalari her yerde. White supremacist denilen irkcinin agababasi 88 yasindaki James von Brunn Holocost muzesinde guvenlik gorevlisini vurdu. Kendi gibi olanlar disindakilerden nefret eden bir Alman gocmeni. Haa bu arada Miss California'yi gay evliligi karsiti goruslerinden oturu tacsizlandirdilar ama o bu konudaki dusuncelerinin siki savunucusu olmaya devam edecekmis. Aferin devam et, kucuk beynin, sari saclarinla tepende tacin olmadan da bunu rahatlikla yapabilirsin zati. 17 yasinda memelerini fotografcilara acarken, basina neler gelecegini tahmin edebiliyor muydun acaba? Aha da iste resimlerin ortaya cikti! Sen bizim onceden evlenmis de bosanmis dolayisyla taci elinden pardon basindan alinmis tacsiz tenis kralicemiz gibi basimizin en buyuk taci da olamazsin, bu ulke sildi mi siler adami gulum.

Obama'nin secilmesiyle birlikte Amerika'da silah satin alma orani tavana vurmus. Silah kontrolu yasasinin sikilasmasindan korkanlar silahlara sarilip kendilerini daha iyi savunma cabasinda. Garaj girisine yanlislikla girmis bir arabayi goren ev sahibi tarafindan vurulmanin hak oldugu bir ulke burasi. Okulda, kilisede, muzede, sokakta, internetten ismarlanmis, UPS ile kapina ozene bezene getirilmis bir silah ile carrrt diye vurulabiliyorsun gayet normal yani.

Dave Gahan mutfak radyomda;
"I was in the wrong place at the wrong time
For the wrong reason and the wrong rhyme
On the wrong day of the wrong week
I used the wrong method with the wrong technique" diye bangirdarken, insan haliyle dusunuyor, biz mi yanlis zaman ve yerdeyiz yoksa butun bunlara sahit olup birsey yapamadigimiz icin kafamizda birseyler mi yanlistir.

Ben uzun bir dusunceye dalmak uzere uzayayim o zaman!

Tuesday, June 9, 2009

Bitmeyen cilem Rumeli'de Ask

Elveda Rumeli cilesi, dolayisiyla da benim cilem bitmiyor bitemiyor. Seyretmeyecegim diye soz verdimse de alamadim seyrettim yine son 3 bolumu. Birbirinden acikli, dertli, cileli bolumlerini.

Mustafa artik bombos bakislariyla ne kadar bitik bir adam oldugunu yeterince anlatti. Koskoca Karakalpakli, kahraman Mustafa surekli agliyor, uzaklara bakiyor, daliyor daliyor gidiyor. Aile onu oglu kabul etti, gitme dedi, yok dedi kalamam, ben yuregimi Vahide'mle gomdum artik her tarafim bosluk, gucum yok gidiyorum ama kucuk kizce Emine kendisini sorumlu tuttugu ablasinin olumunden beri gunlerdir suren sessizligini sonunda bozdu Mustafa enistesine gitme ablam bizi sana emanet etti dedi. Enistemiz de durdu kaldi, kuzu gozlerle yalvaran aileye bakaraktan uzaklara daldi veeeeeeeee 76. bolum sonu.

Simdi bekliyoruz 77. sezon finalini, nedir bakalim ipuclari yeni sezona ait. Ha bir de Vahide'yi neden oldurmusler onu da anlayacakmisiz. Eeee soylediniz ya yeni dizi cekecekmis hem de yine ayni sirketle hem de Makedonya'da, orada oynayacak diye. Yine de biz kurban edilecek koyunlarin gun saymasi misali bekliyoruz acaba bizi tatmin edecek bir aciklama gelecek mi diye, sanmam oyalama taktigi bence.

Forumlari okuyorum sagda solda, Berrak Tuzunatac'a ne akillar, ne sitemler bazen de hakarete varan elestiriler.

Neden gitmismis, o yakisikli partner ki bu bizim Karakalpakli Tibbiyeli enistemiz, birakilir da Nejat'a ki bu da su yari baygin dolasan Isler oluyor, gidilir miymis. Yok bu kadar guzel dizide bu kadar unlu olmusken yeni dizide ne kadar basarili olurmusmus. Ha bir de o diziyi asla ve kat'a izlemeyecek olanlar, reytinglerinin yerin dibine batmasi icin dua edenler var ki onlar hele super.

Ama sunu anladim ki insanlar ne kadar da sevgiyi, aski gormeye muhtac. Hayatlarinda ne kadar onemli bir yer kapliyor bir ciftin aski. Bolumlerce kavusamamalarini, kavusunca birlikte olmalarini gormek. Alti ustu bir dizi, biz burada mortgage'imizi, kablolu tv'mizi oderken turlu hesaplar yaparken, ucak biletimizin rebateini almak icin kirk takla atarken bu arkadaslar haliyle bizim 3 ayda yaptigimizi bir bolum basina alip ustune de bir hafta bizi aglatip, yerlerde surunduruyorlar. 15 yasindaki genc kizlarin da ahlari vahlari, saatlerce gozlerini sanal alemlerde patlatip, Aleks-Zarife mi yoksa
Mustafa-Vahide cifti mi daha iyi, senarist hangisine gicik, az replik yaziyor tartismalarina girip sonra da birbirlerini affettirmek icin paragraf dolu aciklamalari da cabasi.

Kendimi hatirladim, ben de o zamanlarda Hayat Agaci olsun, Mavi Ay olsun, Cesur ve Guzel olsun seyredip, saatlerce telefonda yorum yapip hangi karakterin benimki oldugu uzerinde polemiklere girerdim. Kaydettigim kasetleri annemin turlu muhalefetleri ve ne kotu dizi bunlar tacizlerine maruz kalmamak icin goremeyecegi yerlerde saklayip geceleri tekrar tekrar seyrederdim. Ask o zaman da ana temaydi dizilerde, gerci turlu entrika da vardi ya,simdi dusunuyorum da ask olmadan nice olurmus bu dizilerin hali. Herhalde koskocaman bir bosluk. Tarihimizi anlatan donem dizisi Elveda Rumeli bile asktan gecilmiyor. Mustafa-Vahide mi Aleks-Zarife mi birbirini daha cok sevdi ondan cok emin degilim (gerci Aleks Zarife icin din degistirdi eh Istanbullu Mustafa da Vahide icin Makesonya'da koyde kaldi), senaristler son haftalarda oyle bir damardan verdiler aciyi, yazi nasil gecirecegiz bu kadar dozdan sonra o biraz dusunduruyor beni. Ben en iyisi Elif Safak'in Ask'ina geri doneyim ne de olsa asksiz olmuyor!

Sunday, June 7, 2009

Gel zaman, git zaman ya da Kahpe Kader

Ardindan kostugumuz o zaman midir onu Murathan Mungan'a sormak lazim, ama benim ardindan kostugum bu zamandir. Hava hala yapiskanligiyla uzerimize coreklenmemisken, hanimeli kokulu bir Hoboken sokagindan sallana sallana gecerken, Bogaz'a zorla da benzemesini istedigim bozbulanik Hudson nehrinden yelkenliye ic gecirmisken, Corono'nin tepesine bir dilim lime'i itirirken bile olamiyor, Istanbul aklimdan cikamiyor.

Dedim ki yanimdakilere su anda Ortakoy'un arka sokaklarinda yuruyoruz sahile inerken, yanimizda guzel bir kilise, yok dediler yurumuyoruz Ortakoy'de filan burasi sapina kadar New Jersey'in Hoboken kasabasi, koyu, ya da ner ne haltiysa odur. Ee ben de biliyorum burasi elalemin ulkesidir, benim tasli, tozlu her daim yolunda cukuru, cakili eksik olmayan Istanbul'umun sokagi degildir ama ne olurdu az bir hayal kursak. Koku ayni koku degil mi?

Kuramadik, konduk sahilde shik (sesli ve sessiz tukce karakter sorunlu canim klavyem benim) sayilabilecek bir restorana. Disarisi guzeldi ama aklim hala Istanbul'daydi ama bu sefer Kadikoy Nufus Mudurlugu'nde.

Carsamba eve kagit geldi, Gocmenlik ve Anavatan Guvenligi burosundan. Artik cok yakinda sulalesine cok guzel seyler soyleyecegim sevgili gocmenlik burosu calisanlari bana ve Orkan'a guzel iki mektup dosenmisler. Green Card basvurumuzda eksiklik varmis, yeni kanit ihtiyaci icindeymisler ki onlara verdigimiz kanitlar artik benim doga tarafindan bana fazlasiyla verilmeyen sabrimin artik son noktasini oyle bir zorlamakta ki, ne yapmak konusunda bayagi bir surumcemedeyim. Istedikleri kaniti gorunce gocmenlik burosu denilen luzumsuz islerle ugrasan, beyinsiz insanlarin calistigi buroya kocaman bir YUHHHH cektim!

Konu soyle gelismis, ben basvurumu yaparkene istedikleri Birth Certificate yani nufus cuzdanimin Ingilizce tercumesini 55 Amerikan Dolari (Kanada degil) karsiliginda tercume ettirip vermistim. Ulkemizin kanunlari geregi benim sayisini artik hatirlayamadigim kere degisen nufus cuzdanimi, cok guler yuzlu, dakik, hep yardimci ve de kibar calisanlari olan New York'taki Turk Baskonsoloslugu'nda degistirdigimde, verilen yer olarak yazilmis New York kutucugu bir sorun teskil etmis. "Allah Allah sen Turk vatandasisin neden nufus kagidinda New York yaziyor?" demisler. Benim canim gocmenlik burosunda 9-5 calisan, her yil Haziran-Ekim arasi tatile girdiginden oturu benim basvurumu bir turlu process edemeyen guzel kardeslerim, bizim ulkemizde her yil kanunlar degisir. Vatandaslik numerosu cikar, resim degisir, defterken, pleksiglas kaplama olur, evlenirsin degisir, bosanirsin degisir ah bir bilsen. Ama bunu anlatsam neye yarar, onlar benden babami arayip usturuplu bir dille nufus cuzdani suretimi istememi, annemin "Siken midir nedir onu senin mailine mi yollayacagiz?"lariyla kibar bir sekilde mucadele etmemi, yine tercume burosuna ufak bir yolculuk yapmami ve minimumundan 55 ABD dolari harcamami istemekteler hem de cok acil tarafindan.

Ulkede kriz var, birilerinin bir sekilde para kazanmasi, yolunu bulmasi, huzursuz olmasi, bundan oturu biraz alisveris yapmasi, Turkiye'ye telefon etmesi, tercume burolarina sarilip ne kadar olursa olsun sen hemen cevir abicim demesi gerekmekte ki, ekonomi canlansin, hareket olsun, gocmenler kipirdansin, soyle bir silkinip rahat batsin!

Meksika -ABD sinirinda uyusturucu ceteleri yuzlerce insan olduruyor, o ceteler Amerika'nin en islek caddelerinin, Paris Hilton'larin, Donald Trump'larin, yuzbinlerce dolarlik arabalarin takildigi sokaklarin bir blok otelerinde fink atiyorlar hem de bu ulkenin sagligindan, cocuk yardimindan, havasindan, suyundan kokune kadar fayda saglayarak. Ben de son zamanlarda hayatimin her 3 ayda birini tercume burosu, konsolosluk, Broadway avukat ofisi, o olmadi, internet gocmenlik bloglari, vukuatli nufus cuzdani ornegi arasinda kafayi kirarak geciriyorum.

Yaz geldi, bana da hey heyler geldi, karsiki binalar Levent, Maslak hattindaki ismi yabanci bir suru kuleye benzemese de ben yine oturdum baktim soyle bir bizim taraftan karsi yakaya bakar gibi, ozlemisim ulan seni bakalim sen beni ne hallerde bekliyorsun.

Saturday, May 30, 2009

Iplik ve pazari

Ah ulan Ege,
Sana 2 aylik omruhayatinda bu sekilde ilk hitap eden benim herhalde ve de son olmak istiyorum bu boyle biline haaaa.

Az once annengilin yazdiklarini okudum da, ben kendisinin bir paket sigarayi bir gunde yumulup icitigini hic bilmiyordum. Iste bu bloglar, bloggerlar da hepimizin kirli camasirini ortaya cikarip, ipligini pazarda lime lime edip tepene firlativeriyor.

Ben de basladim anasini satayim sigara icmeye. Annene gore hep meyilim vardi da yaklasik 15 yildir bir turlu soyleyemiyordum, cekiniyordum, cok utangac bir insan oldugum icin pek acilamamistim. Issiz gucsuz takildigim, hayatimin West New York'un nezih marketi Bazaar ve evim arasindan ibaret oldugunu kendime inandirdigim, Turk dizisi askimin top yaptigi donemlerimde yak bir sigara kul olsun dertler ucunda (Sezen Aksu) olayina girip, bir Turk kahvesi ile gunun orta yerinde soyle bir keyif yapiyordum cok stresli ev hayatim suresince. Yaz Youtube'a Elveda Rumeli bilmemkacinci bolum bilmemkacinci kisim, Fatma anam, Ramiz babamla kopuklu Turk kahvelerini karsilikli hopurdeterek iciyorduk ki keyfime diyecek yoktu vallaha.

Simdilerde ise sigara, aksamlari bizim Muhtar, kendisi bu sanal sularda ifsa edilmek istemediginden ismini degistirerek kullanmak zorundayim, ve sevgili esi ile uzun ve cook keyifli, vatanin ve hatta dunyanin bir batirilip bir cikarildigi gece sohbetlerimizin vazgecilmez bir parcasi olarak dudaklarima yapismakta. Umarim annem bir gun Facebook'a oradan da bloguma girerek bu satirlari okumaz yoksa hayatim bir daha aydinlanmamacasina kararacaktir bak bunu da soylliiiim.

Neyse konumuza geri donecek olursak Ege'cim, sigara pek guzel birsey degil. Icki de oyle ama ben pek icki konusunda cok ahkam kesemem cunku kendileriyle gorusmeyeli bir 15 yil olmustur herhal.

Ickiyle ilk tanismam ise pek sevgili ananizin (burada bir kinaye kesinlikle soz konusu degildir) Kadikoy- Besiktas sehir hatlarinin ceyrek gece ya da ceyrek kala (aramizda onemli sifre) sabah seferleri vapurlarinin kic kisminda bana gore ne idigu belirsiz bir alkol ile ne idigu belirsiz bir tavsanin neresinin kani oldugu anlasilmayan zikkim tadindaki caylarini karistirarak oldu.

Daha sonralari genc, guzel, aykiri, guclu bedenlerimiz vodka ve visne istedi sabah seferlerinde. Midemiz cok gucluydu hep icsindi, kafamiz cok hostu hep ucsundu. Ilk derslerimiz hic anlamadan, uyuyarak gecsindi. Yillar yillari kovaladi, Ziverbey civarindaki agaclar, dibine kusulmak suretiyle semirtildi, gerekli yer ve kimselerden uyarilar alindi, hayatin ceremesi cekildi ki benim icin bu hepinizden daha cok, cunku bu New York hayati beni cok yordu, sergiye git, Lincoln Center'da bu konser, bu opera (en cok bunu sevip vakit harciyorum harbiden), su acilis, bu Turk Haftasi, ee oradan tabii arkadaslar cagiriyor Soho'da su barda Happy Hour felan, neyse migren hastasi oluverdim. Artci depremler misaaaili bu icki denen lanet sey migreni oyle bir tetikliyor ki felegin cemberinden saglam geciyorsun artik oyle diyeyim sen anla beni.

Artik ben kendimi dusunce gucuyle sarhos ve hatta highh etmeye calisiyorum ne yapayim sevgili kucuk kardesim Ege. Sen yine icmek istersen bol tarafindan ic zamani geldiginde, bilirim guzeldir, sayesinde caresi bulunur bilirim her sorunun (eh bu da Sezen Aksu).
Haydi iyi geceler sana Ege, her nerede uyuyor ve uyutuluyorsan.

Thursday, May 28, 2009

Yemeginizi korurum sapina kadar

Sonunda ben de sertifikali oldum!!! Food Handler's Protection Certificate from the City of New York. Pek bir ciddi, afilli bir adi olsa da, aslinda sertifikanin bizim anlayacagimiz dilde anlami, New York restoranlarinda farelerle nasil mucadele edersin anam babam!

Son is yerimde pek sevdigim tonton Italyan patronum benim bu sertifikayi almam gerektigine kani oldu. Zira New York restoranlarinda mutfak calisanlarinin okuma yazma orani bir hayli dusuk oldugundan, benim mutfakla, servisle bir alakam olmamasina ragmen bu sertifikayi alip kalabalik Upper East Side restoranini farelerden, boceklerden benim kurtaracagimi umit etmekte.

Uc gun suren ve benim de uc gun isten kaytarmama yarayan bu sertifika icin 15 saat egitim aldim bilumum New York'lu restoran sahibi, bartender (burada bizim barmen dedigimize bari tend eden deniyor), mudur ve muhtelif servis elemanalariyla.

Hocamiz Chris abim, habire Italyan oldugunu vurgulayan, sapina kadar Brooklyn aksanli, degis tonton misali hop masa arkasinda hop sinifin sonunda, sabahin sekizinde hepimiz yari uykuda sari kursun kalemlerle not alirken ikiser ucer enerji barlari mideye indiren bir chef idi. Kendisine profesor ya da chef olarak hitap etmemizi ozellikle istedi ki New York'ta chef olmak pek bir ayricalik imis onu da ogrendik 8 yillik elit New York yasamimizda.
New York'un on binin uzerinde restoraninda yemek karistiran herkes chef! ve kendilerinin boyle cagirilmasindan pek bir hoslanmaktalar.

Bronx'tan sertifika kursumuza katilan vejeteryan restorani sahibi rastali tombul kardesim, kirmizi kafa guzel gozlu, guzel yuzlu soguk bartender Caroline (bir tek onun adi aklimda kaldi), yan komsum, sira arkadasim Yunanli abim, onde durmadan boguk sesiyle konusan, espri yapmaya cabalarken iyice batiran, benden onay almak icin 5 dakikada bir arkasina donup bana kas goz suzen deep down New Jersey'li Latino iritasyon ablam ve kipkirmizi suratlari ve super aksanlariyla maaile kursumuza katilan Irish'lerimizle 3 gun gecirdik. Sinavimiza girdik, resmimizi cektirdik sertifikamizi aldik.

Artik farelerle nasil mucalede edecegimizin ordinaryusu oldum. Salmonella, e-coli, trichnosis, buzdolabi, buzluk, isitma, sogutma ne kadar bullshit var ise restoranda yiyecek icecek koruma, fare kacirma, restorana kara fatma sokmamaya dair ogrendik. 4 soruyu yanlis yapmisim 100 alamadim, oysa ki Carolyn benim ne kadar parlak bir ogrenci oldugumu kestirip benden 100 bekliyordu olamadi, sorry Carolyn next time artik o da reklamcilik, fotografcilik ya da ne bileyim pastacilik kursuna kismetse diyerekten, kuyrugu sikistirip dondum ise geri. Hafta cok cabuk gecti bari.

New York restoraninda yiyecegi korumak artik benden sorulur, ama ben yine de derim ki en iyi restoran evinizdir sevgili kardeslerim, yok Al Pacino geliyormus, Derin Mermerci takiliyormus, John Cusack mudavimiymis carpaccio'nun filan diye(soylemesi ayip hepsiyle muteessir ya da her neyse ondan olduk Upper East side New York hayatimizda) yuksek sosyete mekanlarini pek de menem birsey sanmayin, Arka Sokaklarda Neler Oluyor (Sezen Aksu) bir dusunun. Basak sen anladin zati, yoksa bilahare anlatirim ben gelince.

Thursday, May 21, 2009

Vahide'nin ardindan

Sevgili Ege,
4 gun sonra 2 aylik olacaksin, eh bu hayatta az da olsa yol katettin sayilir, 2 aya neler sigdiriyoruz biz bir bilsen. Biz buyukler 2 ay degil 2 saatte sevgililerini degistirebiliyor, 1 paket sigarayi bitirip 1 sise sarabi, 6lik Corona'yi rahatlikla devirip baska alemlere akiveriyorlar ki ben migren hastasi oldugum icin o alemlere 20 yasimdan beri akamayip, hayal alemleriyle kendimi sarhos etmeye calsiyorum!

Sana bugun biraz benim cok sevdigim ama su anda biraz kizgin oldugum Elveda Rumeli'den, evde oturup, bol yan gelip yatip, Amerika'daki en yakin arkadasim Dell'e yapistigim donemlerde cok sevgili annen yuzunden tutkunu oldugum diziden.

Bu Elveda Rumeli sevgili Ege'cigim 1890'larin sonunda Makedonya'nin -o zaman Osmanli topraklari-kucuk bir koyunde Sutcu Ramiz, 5 kizi, komsulari etrafinda Osman'linin cokus donemiyle birlikte anlatilan guzel bir hikaye. Annen bana aylarca baski yaptiktan sonra ilk bolumu seyrettim ve cok sikildim ama sonra ne yapayim ki sevgili Dell'im bana artik baska alternatif sunamadigi icin basladim seyretmeye ve tutkunu oldum ki tam o sirada sen yoldaydin ve annen uyku komalari yuzunden diziyi seyretmeyi birakti, de ben yorumlarimi Facebook'taki forum arkadaslarimla paylasmaya basladim. Neyse ben eski bolumleri ikiser ucer gece 4'lere kadar seyrededurayim iyice tutkusu oldum bu dizinin.

Osmanli'nin azinliklariyla olan sorunlari cok guzel islenirken tarihimizi de bir guzel ogreniyorduk ama asil guzel olan dizideki imkansiz asklardi ama ben her kitap, film ve dizideki gibi, yeni bolumlere ozetlere bakip yeni bolumlerde neler olacagini gorup imkansiz asklarin imkanlandigini gorup derinden bir oh cekiyordum.

Asklar evlilige donustu, damatlar geldi, bebeler oldu, eskiya pesinde kosuldu 70 kusur bolumdur yakalanamadi o ayri bir baslik konusu gelgelelim, dizimizin cok sevgili erkek kizi guzel Vahide gecen bolum eskiya kursunu ile oldu. Cok sevgili kocasi Ittihatci, ki bunu da birgun anlatirim sana ya da 10 kusur yil sonra tarih kitaplarimiz degismezse sen kendin ogrenirsin, Tibbiyeli, Karakalpakli Mustafa onu kurataramadi. Kollarinda oldu Vahide, Mustafa'nin. Mezarlar kazindi, oluler yikandi, aman doktor canim doktor gozyaslari icinde topraga verdi Vahide'sini. O aksam gozyaslari bizim evde sel oldu, Dell'imle ben daha bir yakinlastik, iyice isindi kucagima hatta bacagimi yakti, Bregovic'in Ederlezzi'si esliginde. Orkan deli misin der gibi bakti, kirmizi gozlerle o aksam birsey yemek istedigimi soyledigimde. Ben Babam ve Oglum'u seyrettiginde bogazinin dugumlenmesini hic garip karsilamamistim ama birsey diyemedim hickirmaya devam ettim.

Sadece bir dizi diyeceksin sen de, neler oluyor. Ama Ege'cim biz bu dizileri neden seyrediyoruz, biraz eglenelim, gulelim, en imkansiz askin nasil imkanli oldugunu gorelim, haftaici Dell'imizle sevdigimiz sahneleri tekrar tekrar seyredelim. Eh simdi ne oldu, ben bir daha nasil seyredeyim eski bolumleri, Vahide'nin Mustafa'yi azarladigi, dovdugu, terk ettigi, anasinin onlari aralarinda birhangi sey oluyor mu diye perde arkadasindan seyrettigi sahneleri ve guleyim. Imkansiz, imkansiz.

Hafta boyunca Vahide karakterinin oyuncusunun aski icin diziyi terk ettigi haberleri cikti, ben de yazdim saga sola, dedim nedir bu, ayiptir diziden ayrilsa da bu haberler cok cirkin. Gerekli yerlerden emailler geldi olay aydinlaltildi ama ben ve forum arkadaslarim daha bir baglandik birbirimize ve Vahide'yi oldurmemeye karar verdik ama basaramadik. Dizi de hayat gibi devam ediyor dediler bize, olumler, savaslar gibi gercek, yalan olsa da!

Gozyaslari sel oldu bizim evde, bu bize reva miydi? Kendime yasakladim Elveda Rumeli'nin son bolumunu seyretmeyi, guzeller guzeli Vahide kara topraga girmisken bir daha nasil avunuruz ben de bilemiyorum Ege'cim.
Sen sen ol, eger birgun hikaye yazarsan sakin mutsuz sonla bitirme, hep mutlu olsun sonu, akillarimizda mutluluk ve gulumseme kalsin, cunku oyle gunler oluyor ki bazen sadece hikayelerin sonu bizi mutlu ediyor ve gulumsetiyor.

Ve son olarak cakir gozlu Ege'm magazin haberlerine inanma, hepsi yalan dolan!